Çin kamplarında yaşadıklarını anlattı
Çin’de iki yıl boyu kamplarda tutulan Gülbahar Haitiwaji (Heyithacı) yaşadıklarını “Çin Kampından Nasıl Kurtuldum” adıyla kitaplaştırdı. Heyithacı, dünyanın gözü önünde Uygur halkının yaşadığı soykırıma sessiz kalınmaması için çağrıda bulunuyor.
Fransa’da yaşayan eşinin yanına giden ve bir telefonla ülkesi Doğu Türkistan’a dönmek zorunda kalan Gülbahar Haitiwaji (Heyithacı) orada yaşayacaklarından habersiz yola koyuldu. Yola çıktığında ailesinin yanına, heybesinde pek de hatırlamak istemeyeceği ama bir kitap çıkaracak kadar çok, yaşanmışlıkla geri döneceğinden habersizdi. Heyithacı, ne olduğunu bile anlamadan ülkesinde tutuklanıp, 2 yıl boyunca toplama kampında tutuldu.Burada başına gelenleri Fransız gazeteci Rozenn Morgat’a anlatınca ortaya “Çin Kampından Nasıl Kurtuldum” adlı kitabı çıktı. Dünyada büyük ses getiren kitap geçtiğimiz ay Mihrabad Yayınları tarafından Türkçe olarak basıldı. Kitapta Heyithacı, yaşadıklarını en ince detaylarına kadar anlatıyor. Peki bu kamplarda ne yaşanıyor? Uygur Türkleri seslerini dünyaya duyurabiliyor mu? Bu soruları Heyithacı’ya ve aynı zamanda kitabın Türkçe baskısının editörlüğünü yapan Doç. Dr. Abdülhamit Avşar’a sorduk.
AİLESİ GÖÇE ZORLANMIŞ
Uygur Türkü olan Doç. Doç. Dr. Abdülhamit Avşar 1965’te zorbalıklar yüzünden Türkmenistan’dan göç etmiş bir ailenin üyesi. Çin’in Uygurlara reva gördüğü dramı yakından yaşayan aile, göç sonrası 4 yılını Afganistan’da geçirmiş. Aile böylelikle Çin’i ve politikalarını yakından tanımış, bu yapılanları anlamlandırma konusunda bir hayli yol almış. “Çin, tarihten beri hep acımasızdı” diyor Abdülhamit Avşar ve şunları anlatıyor: “Dilimizdeki ‘Çin işkencesi’ terimi de rastgele bir adlandırma değil. Çin tarihini bilenler, Çin ve işkence kavramının birbirini tamamladığını çok iyi bilir. Çin devlet tefekküründe, insan değersiz bir varlık. Bunu Çin’in kendi halkına, yani Çinlilere karşı tutumunda da açıkça görürüz. Ne var ki Çin, diplomasiyi, propagandayı da çok iyi kullanır ve kendini mülayim, şiddetten uzak bir devlet, toplum olarak sunmayı da başarır. Yaptıklarının ortaya çıkmasından çekinen Çin, bunu engellemek için de zulüm ve baskıya başvuruyor. Gülbahar Heyithacı’nın yaşadıkları da bunun bir örneği.”
SIRADAN, APOLİTİK BİR İNSAN
Yıllar sonra Gülbahar Heyithaci’nin yazdığı “Çin Kamplarından Nasıl Kurtuldum” kitabının editörlüğünü yaparken de geçmişte aile büyüklerinin anlattığı acıları yeniden hatırlamış. Kitabın yazarı olan Heyithacı’nın eğitimli ama sıradan, apolitik bir kişi olduğunu söyleyen Avşar, Çin’in ayrılıkçı olarak nitelediği bir düşünce dünyasına da sahip olmadığını aktarıyor: “Fransa’da yaşayan eşinin yanına gitmiş, sığınma teşebbüsünde bulunmamış bir kadın. Bir gün çalıştığı iş yerinden gelen bir telefonda, emeklilik için bazı evrakları tamamlaması istenmiş. Geçirdiği tereddütlere karşın, Çin’in kendisine dokunmayacağına inanarak Doğu Türkistan’a gitmiş. Daha sonra o işkence dönemi başlamış. Çin için önemli olan tek şey, 1949’daki işgalden bu yana devam ettirdiği, 2016 itibariyle de tamamlamak istediği Uygurları, Doğu Türkistan Türklerini asimile etme süreci. Bunu da Gülbahar Hanım ve benzeri binlerce kişinin hayatını şantaj konusu haline getirerek yapıyorlar.”
KALBİM KAMPLARDAKİ İNSANLARLA
Hikayenin devamını bu defa Gülbahar Heyithacı’dan dinliyoruz. Kamplarda işkence görüp hayatta kalmak, üstüne üstlük bu acıyı yaşayanların hala var olduğunu bilmek oldukça zor bir süreç. Elinizden geleni yapmak için uğraşırsınız ama düşünmeniz gereken bir de aileniz vardır. Gülbahar Heyithacı da her ne kadar güvende olsa da bu endişelerle yaşamını sürdürüyor.
Yaşadıklarını şöyle özetliyor, “Uygur olduğum için, isteğim dışında Çin kamplarında alıkonuldum. Çin hükümeti beni kamu düzenini bozmak ve terörizmle suçladı. Kızımın medya kampanyaları ve Fransız diplomatik faaliyetleri sayesinde Fransa’da ailemle yeniden bir araya geldim. Ama kalbimin bir parçası hala Doğu Türkistan’da, kamplarda acı çeken insanlarımla birlikte. Ayrıca kendi ailemi, annemi, kardeşlerimi ve akrabalarımı da çok düşünüyorum. Çin’in benim yüzümden onlara zarar verebileceğini veya onlara işkence edebileceğini biliyorum. Her zaman endişelerle yaşayacağımı biliyorum ama adalet için savaşmak zorundayım.”
KAMPLAR RUHEN DE ÖLDÜRÜYOR
Çin, sözde eğitimler sırasında Uygurları; dini aşırılık, radikallik gibi zararlı alışkanlıklardan arındırıp, mesleki eğitim alarak bireysel şekilde kendilerini yetiştirme imkânı sağladığını iddia ediyor. Fakat kitap bu söylenenlerin yalan olduğunu da açıkça gözler önüne koyuyor. Heyithacı kampta yaşadıklarını hala unutamamış. Hem ruhen hem bedenen aldığı yaraların iyileşmediğini söylüyor. Kamplarda yaşadığı işkencelerden dolayı görme yetisinin zayıfladığı, sırt ve baş ağrısı yaşadığını anlatıyor. Hala kendini güvende hissetmediğinin de altını çiziyor. Yani yaşanan o korku ve endişe Fransa’ya döndüğü halde devam ediyor.
Kamplarla ilgili Abdülkadir Avşar da önemli bilgiler veriyor. Bu kampların, “gerçek anlamda bir ceza kampı” olduğunu dile getiren Avşar sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hapishaneden farkı, yerel yetkililerin bireysel kararlarıyla istenilen insanın buralara atılabilmesi ve belirsiz bir süre tutulması. Kamplarda hayatın ne derece çekilmez olduğunu, bir insanın bu işkenceyi nasıl yapabileceğini, kitabı okurken iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Vicdanınızın en derin köşesine kadar büyük bir acı duyuyor, adeta nefes alamaz hale geliyorsunuz. Okuyanın bu duruma düştüğü bir gerçeklik karşısında bunu bizzat yaşayanlar nasıl hayatta kalabiliyor, büyük bir muamma. Fiziki ölümlerin sayısı açıklanmadığı için bilemiyoruz fakat bir de ruhen ölümler var. Tüm kültürel ve dini geçmişleri silinen, deliren, beyinleri yıkanarak yaşarken ölüme mahkûm edilenlerin sayısının binlerce olduğunu da söyleyebiliriz.”
Kamuoyu baskısı karşılık buldu
Abdülhamit Avşar, “Gülbahar Heyithacı’nın kitabı ilk basımdan sonra, Batı kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı. Öncesinde Batılılar, Uygurların söylediklerine inanmıyor, anlatılanları bir masal gibi görüyordu. Doğu Türkistanlıların Müslüman olması da önyargıları harekete geçirince gereken ilgi sürekli esirgendi” diyor. Kamplardaki tanıklıklar artınca, Batı kamuoyunda bir duyarlılık oluştuğunu da ekliyor, “Doğu Türkistan’da üretim yapan şirketler kamuoyu baskısıyla üretimlerini durduruyor, toplama kamplarında tutulanların emekleriyle üretim yapan uluslararası bazı fabrikalar kapanıyor. Toplama kampı uygulamasını hayata geçiren kişilere karşı yasaklama ve ambargolar hayata geçiriliyor.” Hâlâ kendimi güvende hissetmiyorum
Kampların vücuduna oldukça zarar verdiğinden de bahsediyor Heyithacı ve şunları söylüyor: “Vücudum zayıf. Kamplarda 7 gün 24 saat neonlar altında bırakılmak nedeniyle görme sorunlarım var. Aynı zamanda sürekli sırt ve baş ağrılarım oluyor. Uyurken bile beynim hala düşünüyor, tamamen rahatlamak benim için şu an oldukça zor. Fransa’da rahat olmama rağmen, bazen güvende değilmişim gibi hissediyorum. Eski hayatıma dönmek için zamana ihtiyacım var. Kısacası, sporla ve ailemle geçirdiğim zaman sayesinde eski rutinlerime dönmeye çalışıyorum.”
Soykırımı göstermemiz lazım
Kamplarda hala çok sayıda insan olduğunu da ekleyerek, zulmün sona ermesi için dünya çapında gösteriler yapılması gerektiğini aktarıyor. Gülbahar Heyithacı “Tüm dünya varlığından haberdar olduğu halde Çin, 5 yıldan beri kampları tutuyorsa, bunun nedeni Çin’in ekonomik gücüne ve etkisine inanmasıdır. Mümkün olduğu kadar çok ülkeyi, Çin’e baskı yapmaya zorlamamız gerekiyor. Onları zorlamak için sosyal medyayı kullanarak medyatik kampanyalar düzenlememiz gerekiyor. Ekonomik baskılar benim için şu anda Çin’e karşı en etkilisi. Aynı zamanda Çin’e ve diğer ülkelere Uygurların var olduğunu ve gözlerimizin önünde gerçek bir soykırımın yaşandığını göstermek için dünyanın her yerinde gösteriler yapmaktan vazgeçmemeliyiz” diyor.