Nurettin Taşkesen
“Endülüs Devleti, İspanya’da Barış ve Hoşgörüyü Hâkim Kıldı”
Tarihimiz gündemde. Televizyonlarda programlar yapılıyor. Yeni kitaplar yayınlanıyor ve tarihî bir çok meseleyi devamlı olarak konuşuyoruz. Şüphesiz bu son derece önemlidir. Zira tarihini bilmeyenler, mazisinden habersiz olanlar kaybetmeye ve hüsrana mahkumdur. Tarih geçmişi anlatırken geleceği de aydınlatır, günümüze ışık düşürür. Alınması gereken derslere işaret eder. Bu bakımdan Türk tarihini, İslâm tarihini, Osmanlı ve Selçuklu tarihini bilmemiz, o devirlere hakkıyla vâkıf olmamız gerekiyor. Bu alanda kıymetli eserleri kaleme alan yazarlar dan biri de araştırmacı yazar Nurettin Taşkesen. Taşkesen Filistin, Kudüs ve Orta Doğu’nun tarihini inceleyen ve bu alanda değerli belge romanlara imza atan bir yazarımız. Taşkesen son olarak 800 yıl Endülüs Medeniyeti ve Devleti’nin hüküm sürdüğü Endülüs’e (İspanya) gitti ve araştırmalar yaptı. Müslümanların yok edilemeyen eserlerini gördü. Dönüşte de bize Endülüs Fatihleri Tarık bin Ziyad isimli güzel bir eser armağan etti. Devam edecek olan bu seri romanlarla biz İslam tarihinde önemli bir şeref dönemi olan Endülüs’ü daha iyi tanıyacağız. Nurettin Taşkesen ile Endülüs merkezli bir konuşma yaptık. Faydalı olması dileğiyle.
Tarihimizin değişik dönemlerin de yaşanmış olayları, zaferleri ve fetihleri ele alan kıymetli belge romanlar kaleme alıyorsunuz. Bu türü özellikle mi seçtiniz? Tarih konusunda söylenecek sözlerin tamamının söylenmediğine mi inanıyorsunuz?
Evet, tarih kitapları, üniversite seviyesinde akademik çalışmalar olduğu için halkın ve gençliğin istifadesi az oluyor. Yakın zamana kadar yazılan tarihî romanlar ise gerçek olaylardan ve şahıslardan uzak, masa başında kurgulanmış eserlerdi. Son yıllarda belgelere dayalı olarak tarihî konuların veya kahramanların romanlaştırılması, çok önemli bir boşluğu doldurdu. Tarihî roman konusunda rahmetli Mehmed Niyazi, bir çığır açmıştır. Ben de elimden geldiği kadar onu takip etmeye çalışıyorum. Bir doktora tezi yapar gibi çok derin araştırmalardan sonra, konu ile ilgili bölgeyi ziyaret ederek ‘tarihin ruhu’nu yakalamaya çalışıyorum.
Bilhassa Osmanlı Tarihi, İslam Tarihi, Türk Tarihi ve yakın tarihimiz, ilgi alanınıza giriyor. Toplumun bu konulara yaklaşımı dün nasıldı, bugün nasıldır? Düne kadar kendi öz tarihimize biraz mesafeli hatta soğuk yaklaştığımız biliniyor. Ama görünen o ki artık tarihimizle barışıyoruz. Bu gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?
Maalesef bizim neslin okuduğu tarih kitaplarında Türk ve İslam Tarihi yanlışlarla doluydu. Tabii bazı kasıtlı suçlamalar da vardı. Sultan Abdülhamid Han’a “Kızıl Sultan”, Son Padişah Vahdettin’e “Vatan ha ini” deniyordu. Bugün bu yalanlara kimse inanmıyor. Abdülhamid Han’ın “Aksultan” olduğu, Padişah Vahdettin’in “Vatansever” olduğunu artık herkes öğrendi. Resmî tarih dayatmasının yerini, belgeli doğru tarih alıyor. Bu çok sevindirici bir gelişme.
Yeni eseriniz Endülüs Fatihleri Tarık bin Ziyad, Mihrabad Yayınları tarafından neşredildi. Son kitap fuarında da gördük ki hem bu eseriniz, hem de diğer belge romanlarınız ilgi görüyor. Öncelikle şunu sormak istiyorum. Endülüs tarihini yazmak gündeminize nasıl girdi?
Kudüs’ten Kurtuba’ya uzanan bir tefekkür yolculuğuyla Endülüs’e ulaştım. Kudüs bizim için her şey. Mi’racın basamağı olan Mescidi Aksa, ümmetin namusu. Peygamberler diyarı, üç dinin mukaddes şehri olan Kudüs, tam 400 sene Osmanlı idaresinde kalmış. Elimizden çıkışının hazin hikâyesini Kudüs 1917’de detaylı bir şekilde işledim. Kudüs’te İslam’ın adalet anlayışıyla, dört asır huzur ve barış içinde yaşayan Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların oluşturduğu bir kültür var. İşte bu birlikte yaşama kültürü (convivencia) beni alıp Kurtuba’ya kadar götürdü. Endülüs tarihini, özellikle fetih yıllarını incelediğim zaman aynı hoşgörü ve barış ortamının İspanya’da geçerli olduğunu gördüm.
Endülüs tarihi ve medeniyetinin 800 yıllık uzun bir ömre sahip olduğunu pek kimse bilmiyor. Avrupa’nın batısında Müslümanların kurduğu bu devleti daha çok tanımaya ihtiyacımız olduğu kesin. Siz de bu düşüncede misiniz?
Evet, tarih kitaplarında Endülüs, Emevilerin veya Arapların bir fetih hareketi olarak gösteriliyor. Hâlbuki İslamiyet’in ilk asrından iti baren başlayan “İ’layı kelimetullah” gayesiyle doğuya ve batıya doğru genişleyen fetih ve cihad hareketi, çok önemli. Müslümanlar Afrika çöllerinde binlerce mil kat edip niye İspanya’ya gelmişler? Burayı hangi şartlarda fethedip, nasıl bir kültür ve medeniyet meydana getirmişler? Bu sekiz asrın çok ciddi olarak incelenmesi gerekiyor.
Endülüs deyince sanırım herke sin aklında olan, ders kitaplarında okuduğumuz “Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakma hadisesi” var. Bunun doğru olmadığını söylüyorsunuz eserinizde. Biraz açar mısınız? Bu bilgi, hakikati olmayan bir efsane miydi, hakikaten gemiler yakılmadı mı?
Endülüsle ilgili kitaplara özellikle romanlara baktığımızda, hamaset duyguları ön plana çıktığı için, hiç araştırmadan Tarık bin Ziyad’ın gemileri cayır cayır yaktığı anlatılmış. Hâlbuki bu alanın uzmanı profesörlerin yazdıklarına göre, gemilerin yakılma hadisesinin büyük ihtimalle doğru olmadığını görüyoruz. O devrin çok önemli tarihçilerinin kitaplarında bu olaydan hiç bahsedilmezken, üç asır sonra yaşayan İdrisi adlı bir coğrafyacı Nüzhetül Müştak adlı kitabında gemilerin yakıldığını yazmıştır. Türkçemize bir deyim olarak giren “gemileri yakmak” Tarık bin Ziyad’ın azmini, kararlığını, cihad aşkını ve çıktığı yoldan asla geri dönmeyeceğini gösteren bir ifadededir. O mücahidler asıl gönüllerindeki gemileri yakmışlardı. Cihada çıkarken yardan ve serden geçmişlerdi. Sembolik olarak gemilerin yakılmasına zaten ihtiyaçları yoktu
Ana hatlarıyla Endülüs Fatihleri’nde neyi anlatıyorsunuz? Özetle ifade eder misiniz lütfen…
Endülüs Fatihleri özellikle kullandığımız bir isim. Genel olarak, Endülüs’ün bir kişi tarafından fethedildiği sanılmaktadır. Hâlbuki Tarık bin Ziyad’dan daha önce Tarif bin Malik ilk defa İspanya’ya geçen kumandandır. Hepsinin amiri durumunda olan Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr da, Tarık’tan bir sene sonra Endülüs’e geçmiş ve fethi tamamlamıştır. Portekiz bölgesinin fethi ise Musa bin Nusayr’ın oğlu, ilk Endülüs valisi Abdülaziz bin Musa’ya nasip olmuştur.
Bir de şunu merak ediyorum İspanya’nın fethi kolay olmuş mudur, buradaki halklar direnmiş, karşılık vermiş midir?
Tarık bin Ziyad’ın 12 bin as kerle, İspanya’ya çıktığının üçüncü ayında Vizigot Kralı Rodrigo’nun 70 bin kişilik ordusunu yendiği Vadi Lekke savaşından sonra ciddi bir direniş olmamış. Çünkü bölgede yaşayan Hıristiyan ve Museviler, Vizigotların baskı ve zulmünden bıkmış bir kurtarıcı bekler hâle gelmişler. İşte Müslümanlar böyle bir ortamda çok zorlanmadan İspanya’yı fethetmişler. Üç yılda 590 bin kilometre karelik İber Yarımadası Müslümanların eline geçmiştir. Ama fetihten sonrası daha önemlidir. Fatihler Endülüs’te, İslam’ın adalet, barış ve hoşgörüsünü o kadar güzel hayata geçirdiler ki, bunu gören İspanyol halkı kitleler halinde Müslüman oldu. Zaman içinde sayıları çok arttı ve yönetimde de söz sahibi olmaya başladılar.
Eser, konuyla alakalı olarak kaleme aldığınız bir belge roman. Arkası gelecek sanıyorum. Birinci eserdeki temel konu nedir, diğer eserlerde hangi konuları ele alacaksınız?
İnşaallah, Endülüs konusunda da, Küdüs’te olduğu gibi ‘üçleme’ yapmayı düşünüyorum. Endülüs Fatihleri, ilk fetih yılları ile, 45 yıl sonra kurulan Emevi Devleti’ni anlatmaktadır. İkinci kitap, çok önemli olan Kurtuba merkezli ‘Endülüs İlim ve Medeniyeti’ni konu alacak. Üçüncü kitap ise, son Endülüs devleti Nasrilerin, Gırnata-Elhamra merkezli üstün sanat ve mimari anlayışını ortaya koyacak.
Bugün İslam dünyasının hâli ortada. Ne yazık ki paramparça… Size göre Müslümanlar dünkü tarihlerini, elde ettikleri zaferleri bilirlerse bugün kendilerinde daha çok güç bulabilirler mi, yani geçmişten ders almalı mı Müslümanlar…
Millî şairimiz Mehmed Âkif Ersoy, “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” diyor. İslam Tarihi’ne baktığımızda aynı oyunların tekrarlandığını, aynı hataların yeniden yapıldığını görüyoruz. Emperyalist güçler, doğrudan baş edemediği devletleri içten çökertmeye çalışmış ve başarmışlar. Gönderdikleri casuslar, içeriden işbirlikçi hainlerle el ele verip ayrılık ve fitne tohumları ekerek Müslümanları bölüp parçalamışlar. Mesela Selahaddin Eyyubi zamanındaki İslam dünyası ile bugünün Müslümanları arasında çok büyük benzerlikler var. Selahaddin Eyyubi nasıl ki Müslümanları birleştirerek Kudüs’ü Haçlılardan geri aldıysa, bugün de İslam ülkeleri aynı şekilde güç birliği oluşturup, Kudüs dahil her problemin üstesinden gelebilir.
Tabii “Endülüs Medeniyeti” çok mühim. Hatta Avrupa rönesansının bile Endülüs İslam Devletinin kuruluşundan sonra başladığı söyleniyor. Endülüs İslam Medeniyeti’nin yetiştirdiği büyük şahsiyetler kimlerdir? Endülüs Müslümanları, daha çok hangi sahalarda (mimari, edebiyat, sanat, musiki, şehirleşme vs.) temayüz etmişlerdir?
Endülüs’ün tarihî geçmişiyle birlikte en önemli yanı kültür ve medeniyetidir. Başlangıçta İslam Medeniyeti’nin doğudan kitaplar ve ilim adamları vasıtasıyla taşınması, sonrasında ise Endülüs’te ayrı bir medeniyetin inşası söz konusudur. Endülüs; eğitim, kültür, sanat, edebiyat, musiki, mimari, tarım ve şehircilik alanlarında bütün Avrupa’ya öncülük etmiş, rönesansın hazırlayıcısı olmuştur. Batılı düşünürler rönesansın Yunan medeniyetine dayandığını iddia ederler. Hâlbuki Yunan klasikleri, mesela Aristo’nun eserleri Yunancadan Latinceye tercüme edilmemiştir. Önce Arapçaya çevrilmiş, sonra Arapçadan Latinceye tercüme edilmiştir. Aristo’nun eserlerine yazılan en mükemmel açıklamalar, Batılıların commentator (açıklayıcı, şarih) dedikleri Kurtubalı filozof İbni Rüşd tarafından yazılmıştır. Latince Averroes diye adlandırılan İbni Rüşd’ün eserleri, üç asır boyunca Avrupa üniversitelerinde okutulmuştur.
İbni Rüşd’ün dışında Endülüs’te yetişen ünlü isimlerden bazılarını sayalım: İbni Tufeyl (filozof), İbni Hazm (şair, fıkıhcı), İbni Firnas (astronom, ilk uçan adam), Mecriti (matematikçi), İbni Cebirol (filozof), İbni Hayyan (tarihçi), İbni Zerkale (astronom, gözlemci), Muhiddini Arabi (mutasavvıf), İdrisi (coğrafyacı), Gafıki (Göz doktoru), İbni Meymun (tabip, alim), İbni Hayr (dil alimi), İbni Haldun (sosyolog, tarihçi).
Özelde Endülüs, genelde bütün tarihimiz hakkında yayın alanında çok ciddi eserler çıkıyor. Toplumda da bunun karşılığı var. Sanırım televizyonlardaki tarihî dizilerin de bu alakada payı var. Dizilerin ve kitapların dışında dünü anlamak adına başka neler yapılabilir?
Kültür ve medeniyetin temel kaynağı kitaplardır. Eğer sinema filmleri ve televizyon dizileri topluma tarihi sevdirmişse bu önemli bir hizmettir. Ama bu ilgi sonunda insanları kitaba yöneltmeli, diye düşünüyorum. Özellikle dizilerin mümkün olduğu kadar tarihî ger çeklere bağlı kalarak, fazla magazine kaçmadan çekilmesi lazım. Kitapların dışında son yıllarda artış gösteren, seminer, panel, konferans ve sohbetlerin tarih bilincinin gelişmesinde çok önemli yeri olduğuna inanıyorum.
Toplumda kitap okumaya karşı ciddi bir ilginin başladığı görülüyor, bilhassa gençler kitaba yöneliyor. Kitap fuarları bize bunu gösteriyor. Özellikle gençlerimizin konusunu tarihten alan kitaplara olan büyük teveccühünü nasıl buluyorsunuz?
Evet, bu yıl üçüncü defa katıldığım Tüyap Kitap Fuarında gençlerin, velilerin ve öğrencilerin yoğun ilgisini gördüm. Bu çok sevindirici bir gelişme. Anadolu’daki fuarlarında da aynı şekilde misafir yazarlara büyük alaka var. Gençleri internet bağımlısı olmaktan kurtarıp faydalı kitaplara yönlendirebilirsek, bu Türkiye’nin geleceği için çok önemli bir kazanç olur.
Eğitim Dünyası - Sayı 6 - 2020